si amaç FEL102U-ETİK Ünite 3: Eskiçağda Etik 3 olma, kendine yeterli olma ve en fazla tercih edilen şey olma özellikleri bakımından, en iyi şeydir. İyi, Platon’da olduğu gibi tek olan ve başka şeylerin ondan dolayı iyi olduğu şey değildir. Aristoteles’in “iyi” kavramı, Platon’un “iyi” kavramından farklıdır. Ona göre iyi, “dış iyiler”, “bedenle ilgili iyiler” ve “ruhla ilgili iyiler” olmak üzere üç türlüdür. Bunlardan “ruhla ilgili” olanların “en başta ve tam anlamda iyiler” olduğunu belirtir. Eylemler ve ruh etkinlikleri de “ruhla ilgili iyiler” arasındadır. Mutluluk en iyi, en güzel ve en hoş şey olduğuna göre, şimdi de yanıtlanması gereken soru, mutluluğun kendisinin ne olduğu sorusudur. Ana çizgileriyle söylenirse Aristoteles’e göre “mutluluk” ya da “iyi”, “ruhun erdeme uygun etkinliği”dir; “mutluluk için önemli olan, erdeme uygun etkinliklerdir”, “erdeme aykırı etkinlikler” mutsuzluk yaratır. Aristoteles, “erdem nedir?” sorusunu, insan ruhunun yapısının bilgisine dayanarak yanıtlar. Ruhun yapısını bilmek iki bakımdan önemlidir: • Birincisi, “insansal erdem”, bedenin değil, ruhun erdemidir ve mutluluk da yukarıda söylendiği gibi, “ruhun bir etkinliğidir.” • İkincisi ise “...nasıl göz doktoru gözleri tedavi etmek için tüm bedeni bilmek zorundaysa, siyaset adamı da ruh konusunu bilmeli, hele siyasetin tıptan daha değerli ve daha iyi olduğuna bakılırsa, daha da çok bilmeli”dir. Peki, Aristoteles’e göre insan ruhunun yapısı nasıldır? “İnsan ruhunun iki yanı, ‘akla sahip’ ve ‘akıldan yoksun’ yanları; her bir yanın da iki işlevi ya da kısmı vardır.” Aristoteles, “erdemin ne olduğunu” ya da “erdemli olmanın ne demek olduğunu” Kuçuradi’nin ifadesiyle birkaç bakımdan ortaya koyar: İlk tanımı şöyledir: “neliğine ve tanımına bakılırsa erdem, orta olan (mesotes/nfvόxh)dır; en iyi olan ve olumluluk açısından bakıldığında ise o, uçta olandır.” Bu özellik, erdemi erdem yapan, onu diğer huylardan ayıran özelliktir. Aristoteles erdemleri iki türe ayırır: Bunlar, “düşünme yetisinin (dianoia/dıάoqıa’nın) erdemleri” ile “karakterin (ethos’un) erdemleri”dir. Düşünme yetisinin erdemleri, doğru bilgiye ulaşmayı sağlayan erdemlerdir ve sayıca beş tanedir. Bunlar, bir şeyi yapabilme gücü, becerisi olan teknik (tekhne/xέ|oh), felsefî bilgi ve bilim (episteme/Krıvxήnh), doğruyu görme yetisi olan pratik bilgelik (phronesis/{tόohvı), doğrudan kavrayan akıl (nous/oqῦ) ve felsefi bilgelik (sophia/vq{ίa)tir. Bunlar arasında tekniğin etikle bir ilişkisi yoktur. Etik konularla ve sorunlarla en fazla ilişkili olan yeti ise pratik bilgeliktir. Çünkü onun nesne alanı doğrudan doğruya etik sorunlardır. Pratik bilgelik, kişileri “iyi ve mutlu yaşamaya götürecek yolları bulma anlamında” doğru şekilde hesaplayabilme, düşünüp tartabilme yetisini ifade temektedir. Bunu yapabilen kişide etik düşünebilme (etik bakımdan doğru görebilme) özelliği vardır. Aristoteles “aşırılıkla” “eksiklik” arasında “ortalar” olarak belirlediği etik erdemlerin başlıca olanlarını tek tek ele alır ve her birinin özelliklerini tanıtır. Bunlardan başlıca olanları şunlardır: Cesaret ya da yiğitlik, cömertlik, yüce gönüllülük, adalet. Buna ek olarak Aristoteles “cesaret edilecek şeylerden çok korkulacak şeyler karşısında dingin olabilen ve bunlarla ilgili tutumu gerektiği gibi olan yiğit” olduğunu belirtir; cesaretin, cesaret gösterme ve korkmayla ilgili olduğunu ama korkmayla daha çok ilgili olduğunu söyler. Sonuç olarak insan ruhunun övülen “huyları”ndan biri olarak cesaret, “cesaret edilecek ve korkulacak şeylerle ilgili orta olmadır.” Ancak, bu tür şeyler karşısında da “korkmamakta aşırıya kaçmak” cesaret değildir. Burada cesaret ile cüretlilik arasındaki farkı gözden kaçırmamak gerekir. Böylece Aristoteles adaletin ne olduğunu, hem Platon’un yaptığı gibi erdemin bütünü olma özelliğini dikkate alarak hem de gerçeklikteki durumlarla ilişkisine bakarak açıklamaktadır. Hem Platon’da hem Aristoteles’te adaletin, “erdemin bütünü” veya tam erdem/erdemin kendisi olarak ele alınması önemlidir. Sonuç olarak bu iki filozofun özgün yaklaşımı, insan dünyasının önemli bir sorun alanı olarak kendini gösteren siyaset alanındaki sorunların temelinde etik sorunların bulunduğunu görmemizi sağlamaktadır. Stoa Okulu ve Epikouros Okulu Sisam’da doğmuş olan Epikouros, felsefeye 14 yaşında başlamış, 18 yaşında Atina’da Platoncu filozoşardan, daha sonra da Kolophon’da atomcu Nausiphanes’ten ders almıştır. M.Ö. 310 yılında Mytlene’de kurduğu okulunu 306 yılında Atina’ya taşımıştır. Epikouros’un okulu “bahçe” anlamına gelen Kepos adlı bir yerde olduğundan, kadınların ve kölelerin de içinde bulunduğu izleyicilerine “bahçe filozoşarı” denmiştir. Geniş çevresinde çok sevilen ve sayılan, sağlığında olduğu kadar ölümünden sonra da büyük saygı gören önder bir filozof olmuştur. Daha önce de belirtildiği gibi Stoa Okulunun kurucusu Kıbrıslı Zenon’dur. Stoa Okulunun etik görüşünü belirleyici olan teorik temel, bu okulun doğa anlayışıdır. Bundan dolayı ilkin Stoa Okulunun doğa anlayışı üzerinde kısaca durmak uygun olur. Bu anlayışın şekillenmesinde büyük ölçüde Sokrates öncesi düşünürlerin doğayla ilgili düşünceleri etkili olmuştur. Özellikle de Herakleitos’un logos/mόγος kavramının etkisi büyüktür. Bu kavramı Anaksimenes’in, “soluk, nefes” anlamına gelen pneuma/roXῦna kavramıyla birlikte düşünerek bir doğa tasarımı ortaya çıkmıştır. Böylece, edilgen ya da etkiye uğrayan varlık olarak su ve toprak ile buna etkiyen, ateş gibi bir soluk, nefes olarak pneuma tüm var olanların oluşmasında yer alan iki ana unsur olarak görülmüştür. İşte doğa bu iki unsurun karşılıklı etkileşimiyle oluşan katmanlı bir yapıdır. İnsanda ise hem akılla ilgili hem de akıldışı itki ve eğilimler vardır. Bütün itkilerimiz, eğilimlerimiz iyi ve kötüyle bağlantı içindedir. FEL102U-ETİK Ünite 3: Eskiçağda Etik 4 Bundan dolayı Stoa filozofları ilkin insanın doğal yapısından gelen duygu ve duygulanımları incelemişlerdir. Duyguları, normal duygular ve anormal duygular olarak ikiye ayırmışlardır. İrkilme ve ürkme, utanma, pişmanlık duyma, doğadan, güzellikten sevinç duyma gibi duygulara normal duygular, haz ve acı, arzu ve korku gibi tutku özelliği gösteren duyguları da anormal duygular saymışlardır. Bedeni ve ruhuyla birlikte doğaya ait bir varlık olan insanın iç dünyasının, iç yaşamının birliğini kuran ve onu ayakta tutan şey düşünmesidir. İnsan, aklı ve düşünmesiyle kendini, eylemlerini yönetir. Varlığını korur ve sürdürür. İnsan, doğası bakımından akıllı ve düşünen varlıktır. Bu, ona eylemleri konusunda etik bir sorumluluk, etik bir ödev yüklemektedir. Kendindeki bu düşünme olanağını gerçekleştirmek onun ödevidir. Stoalılar dört temel erdem belirlemişlerdir: İyiyi kötüyü, doğruyu yanlışı ayırt etme bilgisi olan bilgelik (phronesis/{tq´ohvı ), “borçlu olunanı verme” bilgisi olan adalet (dikaiosyne/dılaıqvy´oh), yapılması gereken ile kaçınılması gerekeni ayırt etme bilgisi olan yiğitlik (andreia/ἀodtfı´a), kendini yenme ve ölçülü olma bilgisi olan ölçülülük (sophrosyne/vὠ{tvvy´oh). Stoalılara göre erdemler birbiriyle ilişkili ve bütünlük içindedir. Stoa Okulunda “iyi”nin ölçüsü, başka şeyden dolayı değil “yalnız kendisi için iyi olma”dır. Başka şeyden dolayı iyi olan bir şey, iyi değildir; başka şeyden dolayı kötü olan da kötü değildir. Eskiçağda hellenistik dönemde yer alan diğer önemli bir felsefe okulu Epikouros’un okuludur. Epikouros Demokritos’un geliştirdiği atomculuğa dayanarak benimsediği doğa anlayışından hareketle etik düşüncelerini ortaya koymuştur. Felsefenin amacını, insanın dinginliğe ve mutluluğa ulaşmasına yardımcı olmak olarak gören Epikouros, teorik araştırma olan doğa bilgisini bu amaca katkı verdiği oranda önemli bulur. Doğanın yapısı hakkında bilgi veren Fizik, doğayı tanımamızı sağlar ve mutlu olmamıza engel olan önyargılardan kurtulmamıza yardımcı olur. Mantık, doğru bilginin ölçüsünü vererek yanılgıya düşmemize engel olur. Etik ise bizi mutluluğa götürebilecek yolların neler olabileceğini söyler. Doğa bilgisi bizim ölüm korkusundan kurtulmamıza yardım eder. Varlık anlayışı bakımından atomculuğu benimsemiş olan Epikouros, ölümün bizim için “bir hiç” olduğunu; ölümle oluşan dağılma durumunda herhangi bir duyumlama olmayacağı için ölümle ilgili kaygının yersiz olduğunu belirtmiştir. Mutlu ve huzurlu yaşamanın karşısındaki en büyük engeli ve onu aşma yolunu böyle belirleyen Epikouros da, Kyrene Okulu gibi, hazzın iyi olduğunu düşünür; iyi yaşam, mutlu yaşam için hazzı amaç olarak görür. Ancak, onun haz anlayışı Kyrene Okulunun anlayışından farklıdır. Epikouros’un hazdan anladığı şey acısızlık durumudur ve bunu şöyle ifade etmiştir: “Hazzın büyüklüğünün son sınırı, bütün acı veren şeylerin ortadan kalkmasıdır. Gerçekten hazzın bulunduğu yerde ve onun bulunduğu sürece acının, tasanın ya da her ikisinin birden yeri yoktur.” Buna ek olarak hazza önem verirken hazdan anladığı şeyin ne olduğunu da şöyle dile getirmektedir: “Hazzın bizim için hayatın en üstün amacı olduğunu söylemekle ne sadece her şeyin tadını çıkarmak isteyen sefihlerin zevklerini, ne de maddi hazları söylemek istiyorum... Bizim için haz, beden alanında acı çekmemek, ruh alanında da hiçbir huzursuzluk duymamaktır.” Epikouros da Stoalılar gibi doğayı bilmenin, onu tanımanın iyi ve mutlu yaşam için önemli olduğunu düşünmüş ve etik görüşüne doğa bilgisini temel almıştır.