Konu: 'Erdoğan Menderes'e değil ******'e benzer' Ptsi Eyl. 26, 2011 6:16 am
Her daim Türkiye merkezli düşünen önemli yazarlarımızdan Alev Alatlı, Türk siyaseti üzerine önemli ve ilginç tespitlerde yaptı. Alatlı'ya göre Erdoğan ****** gibi bir lider!
Alatlı: Başbakan’ın BM’deki konuşması çok mutlu etti beni. O kürsüde kadim doğruları arka arkaya sıralayan bir lider çıkmamıştı şimdiye dek. Erdoğan’da liderlik kumaşı var. Benzeri bir liderlik Mustafa Kemal’inkidir.
Alev Alatlı her daim Türkiye merkezli düşünen bir yazar. “Or’da Kimse Var mı?” serisi başta olmak üzere romanlarının hemen tamamı “bu ülke”nin psikolojisini, hallerini, serencamını anlatır.
“Afazi”, “nekrofilya” gibi kavramları Türkiye entelektüel gündemine kazandıran yazar, son olarak “paçozlaşmak”tan bahsetti. Alatlı bu kavramsallaştırmasıyla, hızlandırılmış kapitalizmin Türkiye toplumunda yarattığı deformasyona, parıltılı çürümeye dikkat çekti ve çürümenin ızdırabını yaşayan, paçozlaşan topluma “küsen” ve giderek yalnızlaşanları “beyaz Türkler” olarak tanımladı.
Paçozlaşma tespitine hak vermeme, çok da önemli bulmama rağmen paçozlaşmadan dolayı kederlenenlerin başka bir adlandırma yerine “beyaz Türk” olarak ifade edilmesine itirazlarım vardı. Yerleşik anlam nedeniyle bu kullanım bir yanılsama yaratabilirdi. Buluştuğumuzda bunları da konuştuk. Ama işin bu kısmını şimdilik erteledik ve başka bir söyleşide derinlemesine ve etraflıca konuşmak üzere sözleştik.
Okuyacağınız röportaj da hayli kapsamlı. Felsefi ve ahlaki bir düzlemden Türkiye’yi ve dünyayı gözlemleyen Alev Alatlı’nın iktidar partisine, Başbakan Erdoğan’a, Türkiye soluna, Türk milliyetçilerine, Kürt milliyetçilerine, toplum genelinde gördüğü paçozlaşmaya, hasılı Türkiye’ye dair tespitlerini içeriyor.
Sizi geçen gün televizyonda -Obama ile görüşme öncesinde- Başbakan Erdoğan için “Allah yolunu açık etsin ve Allah onu korusun” diye dua ederken gördüm. -Yüksek müsaadelerinizle- burada bir “anne” şefkati ve endişesi sezdim, onu onaylıyor ve üzerine titriyor gibi... Öyle mi?
Estağfurullah! Bu söylediğiniz Erdoğan ailesini tekaddüm anlamına gelir ki, haddime düşmez. Bu günlerde Sayın Başbakanımızla önceliklerimizin mükemmelen uyuştuğu doğrudur. Ancak, çocuklarını her koşulda sevmek sadece annelere özgü bir haslettir. Bizler için Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanına yönelik sevgi ya da tasvip, rasyonel kriterler üzerinden oluşmak durumundadır. Bu çerçevede annelerden farklı olarak bizlerinki “koşullu” bir sevgidir, maalesef!
DEĞİŞEN DEVLET DEĞİL
Türkiye, sizin yazarlığınızın, düşüncenizin ve düşünüzün odağı, hareket noktası, şirazesi… Evveli olsa da bir süredir Türkiye, farklı pek çok alanda hızlı bir değişim geçiriyor. “Devlet pısırıklıktan atılım yapmaya, figüranlıktan oyun kurmaya evrildi” yorumları yapılıyor. Sizce devlette ne, nasıl değişiyor?
“Devlet” dediğimiz başına buyruk bir aygıt değil. Deyiş yerindeyse, sizin benim akrabalarımızdan oluşan, 657 sayılı yasaya tabi bir memurlar kitlesidir. Bu bağlamda, “pısırık veya atak” olması, silâhlı silâhsız bürokratlardan oluşan bu kitleyi yönlendiren seçilmişlerin tercihlerini yansıtır. Değişen bir şey varsa, günümüz iktidarının dünya görüşü ve buna bağlı olarak dünya ile halleşme biçimidir derim.
İKTİDARIN BAKIŞI BÜTÜNLÜKLÜ
Bunu biraz açalım.
Her şeyden önce daha bütünlüklü bir iktidar anlayışı görüyorum ben. İşin bir ucundan tutarken diğer ucunu boşlamamayı amaçlayan bir tarz, dünyayı doğru okumak için daha üstün bir gayret görüyorum. Daha az üşengeçlik görüyorum. Hepsi bir araya geldiğinde ona göre tedbir alan, almaya, öngörmeye çalışan, daha bütünlüklü bir iktidar. Aradaki fark bence budur.
Yani, değişen devlet değil, bu defa farklı olarak onu böyle değiştiren ve böyle çalıştıran bu iktidardır…
…Elbette ki. Devlette hepimizin bir tanıdığı, dayısı, amcası var, burada uzun boylu bir değişiklik yok gördüğüm kadarıyla ama iktidar elbette ki bu memurin kitlesini, silahlı ve silahsız bürokratları yönlendiriyor. Yöneticinin işi de budur zaten; daha bütünlüklü bakmak ve öngörmek. Bunun alternatifi şudur; gözünüzü kaparsınız, yumurta kapıya gelince ağlanırsınız. Bu iktidar, öyle bir görünüm vermedi şimdiye kadar. Devam eder inşallah diye umuyorum.
TAYYİP BEY’DE LİDERLİK KUMAŞI
Bu iktidar aklını sağlayan nedir? Bu anlayışın evvelki iktidarlarda değil de bunda tebarüz etmesinin sebebi nedir?
Bir kere liderlik bir haslettir, başlı başına. Bazı insanlarda var, bazı insanlarda yok. Öyle görünüyor ki Tayyip Bey’in kumaşında liderlik var. Bu kumaş harekete geçiriyor. Biz bunu gördük. Bakın çok benzeri bir liderlik Mustafa Kemal’inkidir. Çevresindekilerin, halkın potansiyelini hayata geçiren liderlik vasfı, herkeste olması da beklenmez
TÜRKİYE’DE SAFLAR DOLUDUR
Bütün bu değişim potansiyelinin bir kişiye bağlı olması da umut kırıcı değil mi?
Hayır. Milletin potansiyelini harekete geçiren lider ille de vardır ama harekete geçen de millettir. Bakın, Churchill bir büyük liderdi, İngiltere’yi bir büyük hengâmeden çıkarttı. Her şey bir kişiye mi bağlıydı? Olur mu canım, koca bir İngiltere savaştı. Sizin sorunuzun ima ettiği tek kişiye bağımlılık kaygısını anlıyorum. Ancak, demokrasiyi, sıradan insanların yönetimde ses sahibi olmaları gereği, liderliğin önemini azaltmaz. Türkiye’ye gelince mevzu, saflar doludur. Tayyip Beyin liderliği ordadır ama bir Tayyip Bey var, altında kimse yok diye de bir şey yok. Akıllı bir lider zaten kendisini ikame edebilecek potansiyeli olan birileriyle çalışandır. Ben burada da onu görüyorum.
SAĞLAM KADRO, SAĞLAM HESAP
Türkiye’nin geçirdiği değişimin, dönüşümün sonuçları ve olası bedelleri hakkında öngörünüz nedir?
Diyalektiğin yasası işleyecektir. Yani, her hareket, kendi aksülamelini doğurur. Devlette etki-tepki hesabını doğru yapacak kadroların var olduğuna inanıyorum. Burası bir muz cumhuriyeti değil, hiçbir lider başını sonunu düşünmeden yalın kılıç ortaya atlayamaz. Kaldı ki, öyle durumlar vardır ki, bedel hesabı birinci kaygınız olmaz. Bir örnek 1974 Kıbrıs çıkartmasıdır. Öyle de böyle de, o çıkartmanın yapılması gerekirdi ve yapıldı.
Dışişlerinde Bakan Ahmet Davutoğlu’nun idealist “sıfır sorun politikası”nın yerini bir süredir yine Davutoğlu’nun yönetiminde realist bir “büyümek sürtüşmeyi gerektirir” anlayışı aldı, alıyor sanki. Sizce durum nasıldır?
Canlı organizmalar söz konusu olduğunda “sıfır sorun” olsa olsa ütopik bir durumu vurgulamak için kullanılan hüsnü-tabirdir. Yoksa, iki kardeş arasında bile sıfır-sorun durumu yoktur. Sayın Davutoğlu’nun “büyümek sürtüşmeyi gerektirir” tesbiti, diyalektiğin yasasına rasyonel bir göndermedir. Bu bağlamda birbirlerini yadsıyan politikalar olarak düşünmemek lâzımdır. Zaten o etki-tepki hesabının Türkiye’de çok iyi yapıldığı kanısındayım. Biri evinize saldırırken “sıfır sorun, aman” diyemezsiniz, yeni yetme genç kız ürkekliğidir o. Dünya tarihinde yeri yoktur. Ve ben Türkiye’nin dünyayı doğru okuduğu kanısındayım.
Türkiye bunu göze alacak cesamette bir ülke midir artık?
Vallahi, hangi cesamette olursanız olun, diri olduğunuz sürece etki-tepki yasası işleyecektir. Eğer alınan riskin ülkemizin haddini aşıp aşmadığı şeklinde bir endişeden bahsediyorsak, ben kendi adıma mevcut yönetimin hesabını yaptığına inanıyorum. Az önce de söylediğim gibi, öyle durumlar vardır ki, size, bedeli her ne olursa olsun, akıl, ahlâk, adalet ya da aşk atak olmanızı dayatır.
AK PARTİ “EVDEN” KONUŞUYOR
Ak Parti bu “cesareti” nereden alıyor sizce? Son seçimlerde aldığı yüzde 50 oy mudur onun elini güçlendiren?
Ben, Ak Parti iktidarına sıradışı bir “cesaret” sıfatı yüklemenin, başta Başbakan, tüm yetkililer üzerinde kışkırtıcı bir baskı yarattığını ve dolayısıyla haksızlık olduğunu düşünürüm. Yüzde 50 veya değil, eğer bir ülkeyi yönetmekten sorumluysanız, halkınız size vekâletini vermişse, o ülke için en doğru olduğunu düşündüğünüz neyse onu yapacaksınız. Yönetim etiği bunu gerektirir.
Bu yüzde 50 oy neyin ifadesidir size göre? Ortak ideallerin, kaygıların şekillenişi denilebilir mi?
Benim gördüğüm, Ak Parti’nin “evden” konuşan bir iktidar olmasıdır. Birinci vasfı, bence “yerlilik”tir. Hal böyle olunca, kitlelerin ruh halinin en gerçekçi cismanileşmesidir derim. Nitekim, Erdoğan’ın BM konuşması, Konya’da, Nevşehir’de ya da Parti meclisinde yaptığı bir konuşma kadar “yerli” ve “sahici”ydi. Ancak, şunu da eklemeliyim: Çoğunluk her zaman en doğru, en haklı değildir. Bunun tarihte de pek çok örneği vardır. Bununla beraber, iktidar-seçmen birlikteliğinin yanlıştan dönmeyi kolaylaştıran bir niteliği de vardır. Nihayet, kimsenin elinde sihirli değnek yok, yanlış yapılacaktır. Önemli olan, yanlıştan dönme cevvaliyetinin yitirilmemesidir.
ÇOK ŞÜKÜR BM’DE KIVIRTMAYAN BİR LİDER DE GÖRDÜK
Başbakan’ın BM konuşması dünyaya bir “yanlıştan dönme” çağrısı olarak da okunabilir mi?
Başbakan’ın BM’deki konuşması çok mutlu etti beni. O kürsüde insanlığın kadim doğrularını arka arkaya sıralayan bir lider çıkmadı bugüne kadar. En ufak bir kaytarmaca, kendine yontmaca, nalıncı keserliği yoktu. Örneğin, Kruşçev’in ayakkabısını çıkartıp kürsüye vurduğu bir konuşması vardır. Müthiş bir konuşmaydı ama o bile SSCB’nin çıkarlarıyla şekillenmişti. Halbuki Başbakan üstün bir ahlâki konumdan konuştu. Türkiye, dünyanın emniyet sübabı olabilir derim ben hep. Bu konum üstün ahlâkı hatırlatan sübaptır. Kadim insani değerleri hatırlatabilmek, dünyanın ya da bölgenin firavunu olmak değil ama kadim doğruları unutturmamak çabası. BM kürsüsü bu işin yapılacağı en iyi yerdir, sözünüz kaybolmaz. Televizyonlar oradadır, muhataplarınız oradadır. Hasılı, çok şükür, Türk-İslam hamurumuzun “hayır” dediğini, “kıvırtmadan” söyleyen bir Başbakan dinledik. Gelin de gözünüz dolmasın.