Sayın Nimet Çubukçu; 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı yaklaşıyor.. Bu arada, bu bayramdan üç gün önce yapılacak olan DP kongresinde aday olacağını açıklayan Hüsamettin Cindoruk dün dedi ki: “Siyasetin gençlere ihtiyacı var. Ben de gencim”.
Sayın Bakan, şayet Cindoruk genel başkan olursa, törenlere gençlik kontenjanından Cindoruk’u çağırmayı düşünür müsünüz?
Sayın Sami Selçuk; Ergenekon adı verilen dava ile ilgili olarak Star gazetesinde yazdığınız yazılarda “Bir davaya özel isim verilemez, anılan dava sadece mahkeme adı ve dosya numarası verilerek ifade edilebilir” diyorsunuz. Peşinden ise, 19. yüzyılın en büyük casusluk iddiasına maruz kalan Dreyfus’un isminden hareketle, Ergenekon adı verilen davanın Dreyfus davasına benzediğini söylüyorsunuz.
Sayın Selçuk, Dreyfus ismi özel bir isim değil midir? “Dreyfus davası” demek yerine siz niye “Fransa 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 1894 / 56 E. sayılı dosyası” demiyorsunuz? “Zaten yazılarım anlaşılmıyor, böyle yazarsam hiç anlaşılmaz” diye düşündüğünüz için mi?
Sayın Taha Kıvanç; Bilderberg’i yıllarca eleştirdiniz, ama Bilderberg’e gittikten sonra artık bu konuyu yazmıyorsunuz. Aydın Doğan’ın organize ettiği Rodos toplantılarında bir takım dolaplar döndüğünü yıllarca yazdınız, ama Doğan’la Rodos’a gittikten sonra bu konuda da artık yazmıyorsunuz. Yine Doğan’ın Hilton’u ile ilgili olarak çok sert yazılar yazdınız ama Hilton’da Doğan ile birlikte fasıl düzenlediniz.
Tüm bunları size saygı duymayan Oray Eğin gibi isimleri haklı çıkarmak için mi yapıyorsunuz yoksa size saygı duyan benim gibi okurların canını sıkmak için mi?
Sayın Fehmi Koru; “Aydın Doğan iyidir, üstelik muhafazakardır ama Ertuğrul Özkök kötüdür, üstelik snop’tur” mealinde yazılar yazdınız. Bir genel yayın yönetmenini 19 yıl boyunca görevde tuttuğuna göre burada iki ihtimal var demektir.
Ya Doğan “kötü”yü göremeyecek kadar “basiretsiz” biridir.. Ya da Doğan “kötü”yü 19 yıl boyunca orada tutacak kadar “kötü” biridir. Bu “kötü” soruyu bana sordurmanız şimdi “iyi” mi oldu?
Sayın Ahmet Hakan; fasıldan sonra Fehmi Koru’ya verdiniz veriştirdiniz.. Madem Koru ile alıp veremediğiniz olduğu için ona verip veriştirecektiniz, o halde oraya ne diye yetiştiniz? Bu organizasyonun mimarına “giydirecek” olan biri o “rafine eğlenceye” niye gider?
Sırf patron oraya gitti diye oraya gittiyseniz, örneğin patronunuz “rafineri” izni için Başbakanlığa gittiğinde de oraya gider misiniz?
Sayın Hadi Uluengin; Mardin’deki vahşetten dolayı yazdığınız dünkü yazıda alenen ırkçılık yaparak “Bu vahşet, Kürtlerin etnik özelliğinden kaynaklanıyor. Kürt olmayanlarda böyle bir vahşet yaşanmadı. Bu vahşetin adı aslında Kürt’tür” diye yazdınız..
İki ay önce Almanya’da okula girip 17 öğrenciyi tarayan Alman gencin babası Mardinli miydi? Ya da geçenlerde Azerbaycan’da üniversitede katliam yapan Azeri’nin annesi Diyarbakırlı mıydı?
Sayın Mehmet Ali Birand; geçen hafta 32. Gün’de beni takdim ederken diliniz sürçerek gazetemin adını yanlış söylediniz ve benim için “Taksim yazarı..” dediniz.. Bir gün ben de bir program yaptığımda sizi takdim ederken “Pasta yazarı..” desem bana Taksim meydanında bir “posta” dayak atar mısınız?
Sayın hürriyet.com’un grafikeri; Mardin’de katliam yapılan evi çizerken, cemaati secdeye eğilmiş vaziyette, imamı ise cemaate yüzü dönük olarak dua ederken resmetmişsiniz. Tamam, namazın nasıl kılındığını bilmiyor olabilirsiniz; peki namaz kılmayı bilmeyenlerin namaz resmi çizmemesi gerektiğini niye bilmiyorsunuz?
Gerçi Hürriyet’ten Yalçın Doğan da benzer hatayı yapmıştı. Zira Doğan, caddede Cuma namazı kılınırken cemaatin Doğan ve yanındaki üç kadına “hep birden” ve “ters ters” baktığına dair bir yazı yazmıştı. Oysa cemaat hep birden “selam” veriyordu.. Kimseye baktığı maktığı yoktu. Yoksa, evet evet yoksa anılan katliam, cemaatin katillere “selam verirken”(!) ters ters bakmış olmasından kaynaklanmasın!
Fikri AKYÜZ / Takvim
fikri.akyuz@takvim.com.tr