Milli Edebiyat Döneminin Oluşumu1911 yılında Selanik’te, Ömer Seyfettin, Ali Canip, Âkil Koyuncu gibi gençlerin çıkarmaya başladıkları “Genç Kalemler” dergisi ile milliyetçilik cereyanı edebiyatta da başlamıştır. “Millî Edebiyat” sözü ilk olarak bu dergide kullanılır. Dergi, böyle bir edebiyat oluşturma görevini üstlenir. Millî edebiyat için edebi dilin millileştirilmesi gerektiği düşüncesinden yola çıkılarak Yeni Lisan davası ortaya konur. Ziya Gökalp, 1911 yılında, Genç Kalemler dergisinde yayımladığı “Turan” şiiri ile “Bütün Türkçülük” fikrini benimsediğini ortaya koymuştur.
Genç Kalemler dergisini çıkaran sanatçılar ortaya attıkları “Yeni Lisan” düşüncesine uygun yazı ve şiirleri dergide yayımlıyorlardı. Fecr-i Aticiler arasında yer alanHamdullah Subhi ve Celal Sahir de Yeni Lisan hareketini kabul ettiklerini açıkladılar. Bu dönemde Millî Edebiyat anlayışına en uygun örnekler Ömer Seyfettin’in hikâyeleri ile Ziya Gökalp’in farklı isimlerle yayımladığı bazı şiirleridir.
1912 yılında Genç Kalemler dergisi kapanınca, bu derginin yazarlarının büyük bir kısmı İstanbul’a gelerek Türk Yurdu’nda ve diğer milliyetçi dergilerde ürünlerini yayımladılar. Millî Edebiyat hareketi Yakup Kadri, Refik Halit, M. Fuat Köprülü gibi sanatçıların da katılmasıyla kadrosunu ve buna bağlı olarak etkisini genişletti.
19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın ilk yılları Osmanlı İmparatorluğu için oldukça zor, millet için de acılı, ıstıraplı bir dönemdir. Osmanlı – Rus Savaşı, Balkan Savaşları hep kaybedilmiş, imparatorluğun içindeki azınlıklar isyan hareketlerine başlamışlardır. Hem Müslüman azınlıklar hem de gayri Müslimler devleti arkadan vurmuşlardır. Böyle bir dönemde millî duyguların öne çıktığı, Türk’ün Türk’ten başka dostunun olmadığı düşüncesinin vurgulandığı eserler yazılmıştır. Bu eserlerin yazılmasındaki amaç, birlik ve beraberliği sağlayıp ülkeyi içinde bulunduğu zor durumdan kurtarmaya çalışmaktır.
Ziya Gökalp’in “Üç Cereyan” adlı yazısında işlenen düşünce “ulus devlet” anlayışı ile ilgilidir. Mevcut bir devlet vardır. Bu devletin asıl yapı taşını Türk milleti oluşturmaktadır. Millet bu bilinci kazanmalıdır. Bu devletin içinde Osmanlı’da olduğu gibi farklı milletlerden insanlar da olabilir. Özünü Türklerin oluşturduğu bu devletin vatandaşları Müslüman’dır. İslam ile uygarlık, modernleşme birbirine aykırı değildir. Hedef çağdaş Müslüman bir millet oluşturmaktır. Ziya Gökalp’in ortaya koyduğu düşünceleri Türkçülük ideolojisi ile ilgilidir.
Güçlü, sağlam bir devlet oluşturmak için bir ulusa ihtiyaç vardır; bu ulus Türk ulusudur. Bu ulusun Osmanlıdan gelen özellikleri vardır. Müslüman’dır. Devletin ayakta kalabilmesi, güçlü olması için çağdaş olması; vatandaşların teknolojik gelişmelerden, ileri teknolojinin sağladığı modern yaşam tarzından haberdar olması şarttır. Dolayısıyla Ziya Gökalp’in ileri sürdüğü Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak tezleri güçlü bir devlet için şarttır.
“Benim Şiirlerim” adlı şiirde, şair kendisini acı çeken, zorluklar içinde yaşayan bir toplumun sözcüsü olarak görmektedir. Onun eğlenceye, neşeli türkülere ayıracak vakti yoktur; o, milletin yaşadığı sıkıntıları dile getirmekle görevlidir.
Mehmet Emin Yurdakul’un bu şiirde “sizler” diye anlattıkları Fecr-i Aticiler olabilir. Fecr-i Aticiler, savaşların olduğu, milletin acılar, zorluklar çektiği dönemde bireyci sanat anlayışı ile aşk ve tabiat temalarını işlemişlerdir. Mehmet Emin Yurdakul milletin sıkıntılarını gür sesiyle haykırıp dile getiren bir şairdir.
Millî Edebiyat döneminde yazılan eserlerde milliyetçilik önemli temalardan biridir. Sanatçılar topluma, toplumun sorunlarına eğilmişlerdir.
Çağdaşlık, Batılılaşma, modernlik, savaşlar; savaşların yol açtığı sıkıntılar, acılar eserlerde işlenen önemli temalardır.
Şiir, her dönemde olduğu gibi bu dönemde de önemli türlerden biridir. Bu dönemde düz yazının önem kazandığı söylenebilir. Sanatçı ve düşünürler siyasi, sosyal ve toplumsal konulardaki düşüncelerini yazdıkları makalelerde açıklamışlardır.
“Harap Mabed” adlı şiir “milliyetçi edebiyat” kavramının içeriğine daha uygundur. “Milliyetçi edebiyat’ta millî duygular öne çıkarılır; bağlı olunan milletin fazilet ve üstünlükleri dile getirilir. Sanatçı, milletinin geçmişteki kahramanlıkları ile övünür; kendi milletini başka milletlerden üstün görür. Milliyetçi edebiyatta taraf tutma söz konusudur. Üstün görme anlayışı egemendir.
“Millî Edebiyat” her şeyden önce bir edebiyat döneminin adıdır. Millî bir edebiyatın millî bir dille oluşturulabileceği düşüncesinden yola çıkılmıştır. Millî Edebiyat’ta her şeyden çok dile, dilin sadeleştirilmesine önem verilmiştir. Millî Edebiyat’ın oluşmasında Türkçülük düşüncesi de etkili olmuştur. Türkçülük, Millî Edebiyat ile milliyetçi edebiyatın ortak alanı sayılır.
Millî Edebiyat’ta toplumun çektiği sıkıntılar, bu ülkenin insanı, sanatı, güzellikleri öne çıkarılmıştır. Milliyetçi edebiyat daha çok fikirle ilgilidir, bu açıdan soyuttur. Millî edebiyat ise somuttur; ilgi alanı doğrudan hayattır, toplumun yaşam tarzıdır.
Millî Edebiyat dönemindeki fikri ve edebi faaliyetlerin tümü ülkeyi içinde bulunduğu güç durumdan kurtarmaya yöneliktir. Devletin zorlukları nasıl aşabileceği konusunda farklı görüşler vardır. Ancak Osmanlıcıların da, Batıcıların da, İslamcıların da, Türkçülerin de hedefi ülkeyi zor durumdan kurtarmak, devleti geliştirmek, halkın refah seviyesini yükseltmektir. Her akımın temsilcisi kendi fikirleri doğrultusunda makaleler, yazılar ve şiirler yazmıştır. Bu dönemdeki sanatçılar toplum için sanat düşüncesiyle eser vermişlerdir.
Milli Edebiyat Döneminde MakaleEdebiyatımızda Tanzimat’tan itibaren görülmeye başlanan bir türdür makale. Makale zamanla gelişme göstermiş, birçok yazar bu türde başarılı yapıtlar ortaya koymuştur. Namık Kemal, Ahmet Mithat, Ziya Paşa gibi sanatçılar Tanzimat döneminde bu türde yazmış; Hüseyin Cahit Yalçın,Süleyman Nazif, Cenap Sahabettin gibi Servet-i Fünûn sanatçıları bu türü geliştirmiştir.
Makale, Millî Edebiyat döneminde daha da yaygınlık kazanmış, yazarlar düşüncelerini ortaya koymak için makaleye ağırlık vermişlerdir. Bu çerçevede Millî Edebiyat yazarları Türkçülük akımını bütün yönleriyle ortaya koymak, yeni dil anlayışını benimsetmek, halkı eğitmek ve bilgilendirmek, siyaseti yönlendirmek için düşüncelerini makale yazı türüyle ortaya koymuşlardır.
Bu dönemde sanatçılar dilde sadeleşmenin yanında ilk defa Anadolu ve Anadolu insanına yönelmişler; yazılarının konularını Türk tarihinden, Türk toplumunun o günkü sorunlarından (ilim, Batılılaşma, Türkçülük düşüncesi, dilde sadeleşme…), örf ve âdetlerden, halkın yaşayışından almışlardır. Bu dönemde özellikle Ömer Seyfettin, Ali Canip Yöntem ve Ziya Gökalp bu türle millî duygu ve düşünceleri dile getiren yazılar yazdılar. Millî Edebiyatın temellerini oluşturan düşünceleri makale aracılığıyla kamuoyuna duyurdular.
Ömer Seyfettin, Genç Kalemler dergisinde Türk dilinin sadeleştirilmesi için makaleler yazmış, bu yazılar “Yeni Lisan” hareketinin yayılmasında ve Millî Edebiyat Akımı’nın başlamasında etkili olmuştur.
Ali Canip Yöntem, yeni edebiyatın savunmasını yapmış, edebiyat ve edebiyat tarihi konularında yaptığı çalışmalarıyla tanınmıştır. Çoğu, Türk Yurdu’nda yayımlanmış olan makalelerini “Millî Edebiyat Meseleleri” ve “Cenap Beyle Münakaşalarım” adlı kitaplarında toplamıştır.
Ziya Gökalp ise Türkçülük akımını bir sisteme oturtan, temel ilkelerini ortaya koyan, bunları halka indirmeye çalışan sanatçıdır. Sanatçı, Türkçülüğün dilde, sanatta, bilimde, hukukta, dinde, ahlakta, siyasette, felsefede ve iktisatta nasıl gerçekleşeceğini yazılarıyla ortaya koymuştur.
Milli Edebiyat Döneminde FıkraFıkra, gazete ya da dergilerin belli bir köşesinde yayınlanır. Bu özelliği dolayısıyla edebiyatımıza gazeteyle girmiştir. Başlangıçta siyasî içerikli olan fıkra yazıları zamanla konu bakımından genişlemiştir. Fıkralar zaman içinde günlük sosyal konuları işleyen, hak ve hukuk konularına el atan, bir kişi ya da edebî konuyu tartışan yazılara dönüşmüştür.
Millî Edebiyat döneminde ise günlük sosyal konuların yanında bir kişiyi ya da edebî bir konuyu tartışan fıkralar da yazılmıştır.
Edebiyatımızda Ahmet Rasim, Hüseyin Cahit Yalçın, Ahmet Haşim, Refik Halit Karay, Falih Rıfkı Atay, Halide Edip Adıvar gibi yazarlar fıkra türünde yazılar yazmıştır.
Ahmet Rasim’in Şehir Mektupları, Eşkal-i Zaman, Muharrir Bu Ya;
Ahmet Haşim’in Bize Göre, Gurabahane-i Laklakan;
Refik Halit Karay’ın Bir Avuç Saçma, Bir İçim Su, Ay Peşinde, Gukuklu Saat, Kirpinin Dedikleri;
Orhan Seyfi Orhon’un Kulaktan Kulağa;
Ziya Osman Saba’nın Sarı Çizmeli Mehmet Ağa, Gün Doğmadan;
Falih Rıfkı Atay’ın Eski Saat, Çile fıkra türünde yazılmış eserlerdir.
Milli Edebiyat Döneminde SohbetYazar bu yazı türünde bir düşünceyi açıklar, bir konuyla ilgili bilgi verir. Ele aldığı konuda fazla derinleşmez. Düşüncelerini kanıtlama yoluna gitmez. Sohbetyazılarında herkesi ilgilendirecek konular seçilir. Cümleler çoğu zaman konuşmadaki gibi devriktir. Yazar sorulu cevaplı cümlelerle, konuşuyormuş hissi verir.
Sohbet yazılarında samimi ve içten bir dil ve anlatım kullanılır. Yazarın makalede olduğu gibi, düşüncelerini kanıtlama düşüncesi yoktur. Sohbet yazıları hemen her konuda, özellikle güncel sanat olayları üzerinde yazılabilir. Bu türün en ünlü isimleriAhmet Rasim ve Şevket Rado’dur.
Fıkra gibi sohbet yazı türü de Millî Edebiyat döneminde şahsî unsurlardan oldukça arınmış, sosyal ve siyasal konulara yönelmiş, nükte ve konu çeşitliliği bakımından zenginleşmiştir. Sosyal ve siyasal eleştiri ön plana çıkmıştır.
MİLLİ EDEBİYAT DÖNEMİ EDEBİYAT TARİHİ VE TENKİTTürk edebiyatı tarihi konusunda verimli çalışmalar milli edebiyat döneminde başladı. Fuat Köprülü,Türk edebiyatını, şuara tezkireleri anlayışından kurtararak destanlarçağından bugüne kadar olan dönemi bir bütün halinde ele aldı(Türk Edebiyatı Tarihi I, II [1920-1921]).Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar (1918) adlı eserindeAhmed Yesevi ve Yunus Emre‘yi bütün yönleriyle belgelere dayanarak tanıttı. Türk medeniyet ve kültür tarihi, Türk dili, dini, sanatı, musikisi v.d. konularda çeşitli eserler meydana getirdi.
Ali Canip Yöntem, edebiyat ve edebiyat tarihi konularında yaptığı çalışmalarıyla tanındı.
Mithat Cemal ve İbrahim Alâaddin de monografik incelemeler yaptılar.
Milli edebiyat döneminde Genç Kalemler’de Ömer Seyfeddin ve Ali Canip (Yöntem), yayımladıkları polemik ve tenkitleriyle “yeni lisan”ın ve milli edebiyatın savunmasını yaptılar.
Ali Canip, yeni edebiyat akımına karşı çıkan Cenab Şahabeddin ile yaptığı edebi polemiklerini “Milli Edebiyat Meselesi” ve “Cenab Beyle Münakaşalarım” (1918) adlı eserinde topladı.
Bu dönemin öteki edebi tenkit ve polemik yazarları arasında Hamdullah Suphi,Yakup Kadri, Raif Necdet sayılabilir.
HECE ÖLÇÜSÜ1. Şiirde mısralar arası hece sayısı eşitliğine dayanır.
2. Türkçe kelimelerde hemen hemen bütün heceler eş değerde söylenir. Hecelerde kalınlık, incelik, uzunluk, kısalık farkı gözetilmez. Bu bakımdan hece ölçüsü Türk dilinin yapısına da en uygun ölçüdür.
3. Milli ölçümüzdür.
4. Hece ölçüsüne parmak hesabı da denilir.
5. Hece ölçüsü, Türk edebiyatının başlangıcından bu yana kullanılmıştır. İslamiyetten sonra Divan edebiyatında aruz ölçüsü kullanılırken, Halk edebiyatında hece ölçüsü kullanılmaya devam etmiştir. .
6. Hece ölçüsünün “hece sayısı” ve “duraklar” olmak üzere iki temel özelliği vardır.
a. Hece SayısıHece ölçüsüyle yazılmış bir şiirin bütün mısralarında eşit sayıda bulunur. Hece sayısı aynı zamanda o şiirin kalıbı demektir.
Bu va tan top ra ğın ka ra bağ rın da ->11 hece
Sı ra dağ lar gi bi du ran la rın dır ->11 hece
Bir ta rih bo yun ca o nun uğ run da ->11 hece
Ken di ni ta ri he ve ren le rin dir ->11 hece
Bu dörtlükteki bütün dizeler 11 heceden oluşmaktadır. Dolayısıyla bu şiir Hece ölçüsünün 11′li kalıbıyla yazılmıştır.
Bu da ğı a şam de dim
A şam do la şam de dim
Bir ha yır sız yâr i çin
Her ke se pa şam de dim
Bu dörtlük 7′li hece kalıbıyla yazılmıştır.
Baş ka sa nat bil me yiz, kar şı mız da du rur ken
Söy len me miş bir ma sal gi bi A na do lu’muz
Bu şiir Hece Ölçüsünün 14′lü kalıbıyla yazılmıştır.
b. DurakHece ölçüsüyle yazılan şiirlerde, ahengi artırmak amacıyla mısralar belli yerlerinden ayrılır. Bu ayrım yerlerine durak (durgunlanma) denir.
1. Durak, ahenk sağlayan bir çeşit ses kesimidir.
2. Sözün gidişi zorlanmadan şiir okuyucusuna bir nefes payı bırakılmıştır.
3. Duraklarda kelimelerden ortalarından bölünemez. İyi bir durakta kelime mutlaka bitmiştir.
Not: Bir şiirde, bütün dizelerin durakları aynı olabileceği gibi, belli dizelerde farklı duraklar da kullanılabilir. Bir şiirin her dizesinde farklı duraklar kullanılmışsa, o şiir duraksız kabul edilir.
4. Hece ölçüsünde ikili, üçlü, dörtlü, beşli, altılı duraklar kullanılmıştır.
Kalıplar:
1. Hece ölçüsüyle yazılmış bir şiirde, bir mısradaki hece sayısı o şiirin kalıbıdır.
2. Hece ölçüsünde “ikili” den “yirmili” ye kadar kalıp vardır.
3. Türk şiirinde en çok kullanılan kalıplar yedili, sekizli, onbirli, ondörtlü kalıplardır.
Yedili kalıp:
Giderim-/yolum yaya 3+4=7′li hece ölçüsü
Cemâlin-/benzer aya
Eridim-/hayal oldum
Günleri-/saya saya
Sekizli kalıp:
Gel dilberim-/kan eyleme 4+4=8′li hece ölçüsü
Seni kandan-/ sakınırım
Doğan aydan / esen yelden
Seni gülden / sakınırım (Âşık Ömer)
Hece ölçüsünün on birli kalıbı:
İptida Bağdad’a / sefer olanda 6+5=11′li hece ölçüsü
Atladı hendeği / geçti Genç Osman
Vuruldu sancaktar / kaptı sancağı
İletti, bedene / dikti Genç Osman ( Kayıkçı Kul Mustafa )
Hece ölçüsünün on dörtlü kalıbı:
Başka sanat bilmeyiz / karşımızda dururken 7+7=14′lü hece ölçüsü.
Söylenmemiş bir masal / gibi Anadolu’muz
Arkadaş, biz bu yolda/ türküler tuttururken
Sana uğurlar olsun / ayrılıyor yolumuz ( Faruk Nafiz Çamlıbel)
Duraksız şiir: (Hece ölçüsünün on birli kalıbı):
Bir düşünsen, yarıyı geçti ömrüm 11
Gençlik böyledir işte, gelir gider; 11
Ve kırılır sonra kolun kanadın; 11
Koşarsın pencereden pencereye 11 (Cahit Sıtkı Tarancı)
Yukarıdaki dörtlüğü oluşturan bütün dizelerdeki hece sayısı 11′dir. Fakat bütün dizelerde duraklar aynı yerde değildir. Kelimeler ortadan bölünemeyeceğine göre bu dörtlüğü duraksız kâbul etmek zorundayız. Bu durumda yukarıdaki şiir hece ölçüsünün 11′li kalıbıyla ve duraksız olarak yazılmıştır diyebiliriz.
Öz (saf) Şiir Özellikleri Temsilcileri•Saf şiir anlayışı Paul Valery‘nin şiirde dili her şeyin üstünde tutan görüşünden hareketle, Batı edebiyatından Paul Valery,Stephane Mallerme ve Divan şiirinin biçimci yapısından bir hayli etkilenen şairlerimizde (Ahmet Haşim, Yahya Kemal Beyatlı,Ahmet Hamdi Tanpınar, Cahit Sıtkı Tarancı, Ahmet Muhip Dıranas, Behçet Necatigil, Asaf Halet Çelebi, Necip Fazıl Kısakürek, Özdemir Asaf, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Ziya Osman Saba) görülen ortak zevk ve anlayışa verilen addır.
•Türk edebiyatında “Saf Şiir” eğilimi Ahmet Haşim’in “Şiir Hakkında Bazı Mülahazalar” adlı makalesiyle (Türk edebiyatında ilk poetika örneği kabul edilir.) başlar.
• Sanatın bir form sorunu olduğuna inanan bu şairler için önemli olan iyi ve güzel şiir yazmaktır.Bu anlayışla kendilerine özgü özel bir imge düzeni oluştururlar.Özgün ve yaratıcı olan bu imgeler,dilin mantığına uygun ve dilin anlam alanını genişletip dile yeni olanaklar sunacak bir yapıya sahiptir.Dilde saflaşma düşüncesi,kendini rahat şiir yazma şeklinde başat öğe olarak gösterir.Şiirsel söylemin zirvesine ulaşmak düşüncesiyle dilin yücelişi paralellik gösterir.
• Şiirde her türlü ideolojik sapmanın dışında kalarak sadece okuyucuda estetik haz uyandıran şiir yazma eğilimi,bu şairleri her türlü mektepleşme eğiliminin dışında kalıp müstakil şahsiyetler olarak şiir yazmaya yöneltmiştir.
• Şiiri soylu bir sanat olarak kabul eden bu şairlerde düşsel(hayali) ve bireysel yön ağır basar.İçsel ve bireyci bir yaklaşımla evrensel insan tecrübesini dile getirirler.
• Saf şiir anlayışında estetik tavır ön plandadır.Bu anlayıştaki şairler didaktik bilgiden uzak durup;bir şey öğretmeyi değil,musikiyle ya da musikinin çağrıştırdığı,uyandırdığı imgelerle insanın estetik duyarlılığını doyurmayı amaç edinirler. Kısacası bu şairler şiirde anlama fazla önem vermezler. Anlaşılmak için değil ;duyulmak, hissedilmek için şiir yazarlar.
• Şiirde biçim endişesi duyan bu şairlerde dize ve dil baş tacıdır. Disiplinli çalışarak mükemmele varan halis şiir yazma endişesi kendini hissettirir.
• Gizemsellik,simgecilik,bireysellik,ruh,ölüm,masal,rüya,mit temalarının yoğunca işlendiği bu şiirler zekâ ve bilincin disipliniyle bütünleştirilerek yazılmıştır.
Saf (öz) Şiirin Özellikleri -Özet•Sanatın form sorunu olduğuna inanan bu şairler için önemli olan iyi ve güzel Şiir yazmaktır. Bu anlayışla kendilerine özgü özel imge düzeni oluştururlar.
•Özgün ve yaratıcı olan bu imgeler dilin mantığına uygun ve dilin anlam alanını genişletip dile yeni olanaklar sunacak bir yapıya sahiptir.
•Dilde saflaşma düşüncesi kendini rahat şiir yazma şeklinde başat öğe olarak gösterir.
•Şiirsel söylemin zirvesine ulaşmak düşüncesiyle dilin yücelişi paralellik gösterir.
•Şiiri soylu bir sanat olarak kabul eden bu şairlerde düşsel ve bireysel yön ağır basar .
•İçsel ve bireysel bir yaklaşımla evrensel insan tecrübesini dile getirirler.
•Şiirde biçim endişisesi duyan bu şairlerde dize ve dil baş tacıdır.
•Disiplinli çalışarak mükemmele varan halis şiir yazma endişesi kendisini hissettirir.
•Şairlerde sembolizm akımının izleri görülür.
•Gizemselcilik bireyselcilik,ruh, ölüm ,masal ,mit temaları yoğun olarak işlenir.
Manzume ve ŞiirManzume ve ŞiirSİTEM
Önde zeytin ağaçları arkasında yâr
Sene 1946
Mevsim
Sonbahar
Önde zeytin ağaçları neyleyim neyleyim
Dalları neyleyim
Yâr yoluna dökülmedik dilleri neyleyim
Yâryâr
Seni kara saplı bir bıçak gibi sineme sapladılar
Değirmen misali döner başım
Sevda değil bu bir hışım
Gel gör beni darmadağın,
Tel tel çözülüp kalmışım
Yâryâr
Canımın çekirdeğinde diken
Gözümün bebeğinde sitem var ( Bedri Rahmi Eyüboğlu )
Şiirde, duygu ses akışıyla birlikte verilmiştir. “Yar” sözcüğünün sık tekrarı, -ar ve -ım uyaklarının değişik aralıklarla kullanılması ses akışını sağlamıştır. Sözcüklere yan anlamlar yüklenmiştir. Bireysel duyguların yansıtıldığı bir gerçeklik vardır. Bu gerçeklikte çağrışım ön plandadır. Bu sebeple metin yapı bakımından “şiir” özelliği taşımaktadır.
Dizeleri cümleler şeklinde yazıp şiiri düz yazıya çevirmeye çalışalım:
“Önde zeytin ağaçları, arkasında yâr var. Sene 1946, mevsim sonbahar. Önde zeytin ağaçları neyleyim, dalları neyleyim, yâr yoluna dökülmedik dilleri neyleyim.”
Görüldüğü gibi ses akışıyla ve çağrışımlarla sağlanan duygu yönü, şiir, düz yazıya çevrilince bozuluyor. Çağrışım yönü güçlü olan şiirlerin düz yazıyla ifade edilmesi zordur ve anlam kaybına sebep olur. Sitem adlı şiirin olay örgüsünü çıkaramayız. Çünkü şiirlerde olaylar değil, olayların karşısındaki bireysel seziş, duyuş ve hayal dile getirilir. Bu şiirde amaç, bireysel duygunun anlatılmasıdır.
Şiirde, duygu anlatıldığı için soyut yönü ağır basar, çağrışım yönü güçlüdür, anlam çok yönlüdür.
Manzume ve Manzum Hikâye
KÜFE (Manzum Hikâye Örneği)
Beş – on gün oldu ki, mu’tâda inkıyâd ile ben
Sabahleyin çıkıvermiştim, evden erkenden.
Bizim mahalle de İstanbul’un kenarı demek:
Sokaklarında gezilmez ki yüzme bilmeyerek!
Adım başında derin bir buhayre dalgalanır
Sular karardı mı, artık gelen gelir dayanır!
Bir elde olmalı kandil, bir elde iskandil,
Selâmetin yolu insan için bu, başka değil!
Elimde bir koca değnek, onunla yoklayarak,
Önüm adaysa basıp, yok, denizse atlayarak,
- Ayakta durmaya elbirliğiyle gayret eden,
Lisân-ı hâl ile amma rükûa niyyet eden-
O sâl-hûrde, harab evlerin saçaklarına,
Sığınmış öyle giderken, hemen ayaklarına
Delilimin koca bir şey takıldı… Baktım ki:
Genişçe bir küfe yatmakta, hem epey eski.
Bu bir hamal küfesiymiş… Aceb kimin?
Derken; On üç yaşında kadar bir çocuk gelip öteden,
Gerildi, tekmeyi indirdi öyle bir küfeye:
Tekermeker küfe bitâb düştü ta öteye.
- Benim babam senin altında öldü, sen hâlâ
Kurumla yat sokağın ortasında böyle daha!
O anda karşıki evden bir orta yaşlı kadın
Göründü:
-Oh benim oğlum, gel etme kırma sakın!
Ne istedin küfeden, yavrum?
Ağzı yok dili yok,
Baban sekiz sene kullandı…
Hem de derdi ki:
“Çok uğurlu bir küfedir, kalmadım hemen yüksüz…”
Baban gidince demek kaldı, adetâ öksüz!
Onunla besleyeceksin ananla kardeşini.
Bebek misin daha öğrenmedin mi sen işini?
Dedim ki ben de:
- Ayol dinle annenin sözünü!
Fakat çocuk bana haykırdı, ekşitip yüzünü:
- Sakallı, yok mu işin.
Git cehennem ol şuradan?
Ne dırlanıp duruyorsun sabahleyin oradan?
Benim içim yanıyor: Dağ kadar babam gitti…
- Baban yerinde adamdan ne istedin şimdi?
Adamcağız sana, bak hâl dilince söylerken…
- Bırak hanım, o çocuktur, kusura bakmam ben…
Adın nedir senin oğlum?
- Hasan
- Hasan, dinle.
Zararlı sen çıkacaksın bütün bu hiddetle.
Benim de yandı içim anlayınca derdinizi…
Fakat, baban sana ısmarlayıp da gitti sizi.
O bunca yıl çalışıp alnının teriyle seni
Nasıl büyüttü? Bugün, sen de kardeşini,
Yetim bırakmayarak besleyip büyütmelisin.
- Küfeyle öyle mi?
- Hay hay! Neden bu söz lâkin?
Kuzum ayıp mı çalışmak, günah mı yük taşımak?
Ayıp: Dilencilik, işlerken el, yürürken ayak.
- Ne doğru söyledi! Öp oğlum amcanın elini…
- Unuttun öyle mi? Bayramda komşunun gelini:
“Hasan, dayım yatı mekteplerinde zabittir;
Senin de zihnin açık… Söylemiş olaydık bir…
Koyardı mektebe… Dur söyleyim” demişti hani?
Okutma sen de hamal yap bu yaşta şimdi beni!
Söz anladım ki uzun, hem de pek uzun sürecek;
Benimse vardı o gün pek çok işlerim görecek;
Bıraktım onları, saptım yokuşlu bir yoldan.
Ne oldu şimdi aceb, kim bilir, zavallı Hasan?
Mehmet Akif Ersoy
Kelimeler:
mu’tâd: Alışkanlık
buhayre: Göl
lîsan-ı hâl: Hal dili
inkıyad: Uymak
İskandil: Denizin derinliğini ölçmeye yarayan alet
rükû: Eğilme
salhurde: Eski, asırlık
delil: Kılavuz, baston
zabit: Subay
* Metinde duygu, ses akışıyla birlikte verilmiştir.
* Her iki dizede bir değişen redif ve uyaklarla ve a a b b c c … uyak düzeniyle ses akışı sağlanmıştır.
* Ritim, aruz ölçüsüyle sağlanmıştır.
* Sözcükler ağırlıklı olarak gerçek anlamıyla kullanılmıştır.
* Metinde anlatılanlar yaşanması mümkün olan olaylardır. Gerçek hayattan yapılan gözlemler bire bir anlatılmıştır.
Metni düz yazıya çevirelim:
“Ben on gün önce, alışmış olduğum gibi, sabahleyin evden erkenden çıkıvermiştim. Bizim mahalle, İstanbul’un kenarı demek, sokaklarında yüzme bilmeyerek gezilmez…”
Görüldüğü gibi metin düz yazı şeklinde anlatılmaya daha uygundur.
Metnin olay örgüsü:
1. Şairin mahallede yürümesi
2. Değneğe küfenin takılması
3. Hasan ve annesiyle konuşmaları
4. Hasanın okumak istemesi
5. Şairin oradan ayrılması
* Metinde yaşanmış veya yaşanabilecek olaylar anlatıldığı için olay örgüsünü çıkarabiliriz.
* Bu metinde amaç, doğal gerçekliği bulunan bir konuyu anlatmaktır. Bu yüzden metnin anlatım yönü güçlü, çağrışım yönü zayıftır.
* Metinde somut anlamlılık ön plandadır.
* Bu metin yapı bakımından “manzum hikâye” özelliği gösterir.
Manzume* Ölçülü ve uyaklı manzum parçalardır.
* Öğretici konular ve akılda kolay kalması istenen düşünceler bu nazım şekliyle yazılır.
* Estetik kaygı taşımazlar.
* Çağrışım yönü ve imgeleme zayıftır.
* Manzum hikâyeler birer manzumedir.
Manzum Hikâye* Toplumu ilgilendiren olaylar işlenir.
* Mensur hikâyelerdeki gibi olay, yer, zaman, kahramanlar vardır.
* Daha çok ders veren, eğitici, öğretici, etkileyici konular seçilir.
* Ölçü ve uyağa dikkat edilir.
* Anlam, alttaki dizelerde devam eder.
* Karşılıklı konuşmalara yer verilir.
* Dizelerin uzunlukları aynı olmayabilir.
* Bu nazım şekli edebiyatımıza Tanzimat Dönemi’nden sonra girmiştir.
Manzume ve Şiir Arasındaki Ayırıcı Özellikler(“Sitem” ve “Küfe”yi dikkate alınız.)
* Şiirde anlatılanları düz yazıyla ifade edemeyiz, manzumede anlatılanları düz yazıyla ifade edebiliriz.
* Şiirde olay örgüsü yoktur, manzumede olay örgüsü vardır.
* Şiirde bireysellik duygu ve çağrışım ön plandadır; manzumede toplumsal konular yaşanmış ya da yaşanabilecek olaylar işlenir.
* Şiirde çok anlamlılık ve imge ağır basarken manzumede sözcükler genellikle gerçek anlamında kullanılır.
* Manzumeler genellikle didaktik metinlerdir.
Şiirde AhenkŞiirde ahengi sağlayan öğeler şunlardır:
-Ölçü (Hece Ölçüsü, Aruz Ölçüsü)
-Uyak/Redif/İç uyak
-Aliterasyon
-Asonans
-Ses akışı
-Vurgu ve tonlama (Söyleyiş tarzı)