Konu: HZ adem ve habil kabil Cuma Ocak 25, 2013 7:16 am
Adem (a.s)
Çok çok eski zamanlarda da, yeryüzünde hayat vardı. Denizler, ırmaklar, dağlar, taşlar, cins cins bitkiler, çeşit çeşit hayvanlar kısaca her türden canlılar vardı. Ama hiç insan yoktu. Allahü teâlâ; meleklerine haber yerdi: "Topraktan, insan denen bir varlık yaratıp, onu yeryüzüne halife kılacağım. Hepiniz ona secde ediniz."
Melekler, Yüce Allah'ın bu emri karşısında şaşırdılar. Gece gündüz, Allah'a ibadet ve itaatle meşgul oldukları halde, insan denen bu varlık nasıl olurda kendilerinden üstün olarak yaratıldırdı? Merak içinde sordular: - Ya Rab! Yeryüzünde bozguncu ve kan dökücü kimseleri mi halife yapacaksın? Halbuki biz sana her zaman ibadet ediyor, seni överek yüceltiyoruz. Allahü teâlâ, meleklerin bu sorularına cevap olarak şöyle buyurmuştur:
"Varlıkların yaradılışındaki derin sır ve ince hikmetler sizin bildikleriniz kadar değildir. Ben sizin bilmediklerinizide bilirim. Melekler: "Şüphesiz Rabbimiz her şeyi bilir. Faydasız bir şey yaratmaz" diyerek beklemeye başladılar. Nihayet Allahü teâlâ, ilk insanı, yani Hz. Adem'i topraktan yarattı. Ona en güzel şekli verdi. Ve ona kendi ruhundan üfledikten sonra, ona eşyanın isimlerini ve özelliklerini öğretti. Daha sonra Hz. Adem'in bütün yaratılmışlardan üstün olduğunu göstermek için bir imtihan yaptı.
Meleklere varlıkların isimlerini sordu. Bu konuda bilgileri olmadığı için, "Ya Rab! senin bize öğrettığin, ilimden başka bir bilgimiz yok" diyerek cevap veremediler. Sıra Hz. Adem'e gelmişti. Adem aleyhisselâm, eşyanın isimlerini teker teker sayıp, özelliklerini belirtince, Allahü teâlâ meleklerine hitaben; "Size yerde ve gökte olan, herşeyi ancak ben bilirim demedim mi?" diyerek tüm meleklerin Hz. Adem'e secde etmelerini (hürmet için) buyurdu. Bütün melekler, Yüce Allah'ın emri üzerine Hz. Adem'e secde etmişlerdi.
Sadece Şeytan secde etmemişti. Çünkü: Şeytan kendini, Hz. Adem'den ve diğer bütün varlıklardan daha üstün görüyordu. Bunun üzerine Yüce Allah: "Ey Iblis! seni secde etmekten alıkoyan nedir?" diye buyurdu. Seytan bu terbiyesizliğinden dolayı tövbe edip af dileyeceği yerde kendini haklı göstermeye çalıştı. "Ben Adem'den daha hayırlıyım. Çünkü beni ateşten, onu ise çamurdan yarattın." diyerek, kibirli davranışını sürdürmeye devam etti. Bunun üzerine Allahü teâlâ: "Bulunduğun makamdan in. Rahmetimden çık git.
Sen artık küçülenlerdensin." diyerek şeytanı huzurundan ve Cennet'inden kovdu.Şeytan yaptığı hatayı anlamıştı. Ama kibri, gururu yüzünden affedilmeyi hatırına bile getiremiyordu. Korku içinde Allahü teâlâdan son bir dilekte bulundu. "Bana kıyamete kadar ömür ve müddet ver." Bunun üzerine Yüce Allah, ona: "Senin ömrün kıyamet gününe kadar uzatıldı" diye buyurarak, Şeytana hayatta kalacağı müjdesini verdi.
Şeytan izni aldıktan sonra yine tövbe ve şükür etmesi gerekirken isyancı tutumunu sürdürdü. - Ey Rabbim, Adem'e secde etmediğim için beni huzurundan kovdun.Bende bundan sonra senin doğru yolun üzerinde oturarak, insanları doğru yoldan saptırmak için pusuda bekleyeceğim. Onların sana isyancı olmaları için elimdem ne geliyorsa yapacağım. Böylece Şeytan, Hz. Adem'e ve nesline olan düşmanlığını açıkça ilân ediyordu.
Yüce Allah daha sonra, Hz. Adem'i yalnızlıktan kurtarmak, hemde insan neslinin çoğalması için Hz. Adem'e eş olarak, hayat arkadaşı olarak, Hawa annemizi yarattı. Ve onları Cennet'ine yerleştirdi. Yüce Allah, onları Cennet'e' koyduktan sonra, bir yasak getirmişti. Cennet'te bulunan bir ağaca yaklaşmayacak ve meyvesinden yemeyeceklerdi. Insanoglunun en büyük düşmanının Şeytan olduğu konusunda uyarılan Hz. Adem ile Hawa cennetteki tüm nimetlerden ve güzelliklerden, faydalanıyor, mutlu bir şekilde yaşıyorlardı." .
Hiç bir dertleri, hiç bir endişeleri yoktu. Açlık ve susuzluk çekmiyorlardı. Ancak cennetin kapısı ve çevresinde dolaşan şeytanın nefesini her an hissediyorlardı. Yasak meyvadan haberdar olan, Şeytan Hz. Adem ile Hawa'nın peşinden ayrılmıyordu. Ne varki Şeytan'ın bütün teşebbüsleri her seferinde boşa gidiyordu. Şeytan, yine bir gün onlara cennetin kapısı yakınlarında musallat oldu. "Rabbiniz bu ağacı niye yasakladı sanıyorsunuz? O ebedilik ağacıdır.
Meyvesinden yiyince sonsuza kadar cennette kalırsınız. Haydi ne duruyorsunuz. O meyveden yiyin ve cennetten hiç çıkmayın. Bakın benim halime, cennetten kovuldum ve bir daha geri dönemiyorum. Hz. Adem ile Hawa sonunda şeytana uydular ve yasaklı ağacın meyvesinden yediler. Yüce Allah'ın emrine karşı geldikleri için ikisininde üzerindeki elbiseler uçup gitmişti. Çırılçıplak kalmışlardı. Utançlarından ölecek gibi olmuşlardı. Yerden topladıkları ağaç yaprakları ile çıplak vücutlarını örtmeye çalıştılar. Yaptıkları hatayı anlamışlardı.
Ama ne yazıkki iş işten geçmişti. Allahü teâlâ onlara hitaben: - "Ben size bu ağacı yasaklamamısmıydım? Şeytan sizin düşmanınızdır dememişmiydim. Neden emrimi dinlemediniz?" diye buyurdu. Hz. Adem ile Hawa suçlarını kabul edip, ağlaya sızlaya yalvarmaya başladılar. "Ya Rabbi bizi affet! Bizi bağışla. Eğer affetmezsen halimiz nice olur? Şeytan Hz. Adem ile Hawa'nın tövbe ederek kurtulacaklarını düşünememişti.
O her ikisininde Allah'ın rahmetinden tamamen uzaklaştırılacağını sanıyordu. Ancak Yüce Allah'ın iyi kullarını, günah işlediklerinde, tövbe ettikleri taktirde, affedebileceğini bilmiyordu. Zaten bilse idi; insanoğlunun peşini bırakırdı. Allahü teâlâ, Hz. Adem ile Hawa'yı yeryüzüne indirirken, Şeytanda dahil olmak üzere hepsine şöyle hitap etti. "Birbirinize düşman olarak yeryüzüne ininiz!" Artık bundan böyle Şeytan ile insanoğlu arasındaki düşmanlık ve büyük mücadele yeryüzünde devam edecekti.
Çünkü Şeytan kendi isyanına ve rahmetten mahrumiyetine insanfn sebep olduğuna inanıyor, bunun içinde bütün varlığı ile insanoğluna düşmanlık besliyordu. Dünya cennet gibi değildi. Burada insanoğlunu bekleyen, türlü zorluklar vardı. İnsanoğlu kendisine verilen ilim ve akıldan faydalanarak, bu zorluklarla yaşamayı ögrenecek, zamanı gelince de ölecekti. Ama bu ölüm ebedi yok olma değildi. Zamanı gelinceyeniden dirilecek, dünyada yaptıklarının karşılığıni;yani; iyilikse mükâfat, kötülükse cezasını çekecekti.
Yüce Allah, Hz. Adem'i ilk insanlara hem baba hemde peygamber yapmıştı. Dünya hayatında insanların uymaları için ona on sahifelik bir kitap indirmişti. Buna SUHUF denir. Hz. Adem, bu yasaklara; hem kendi uydu. Hem de çocuklarının uymasını sağladı. Onlara başından geçenleri anlattıktan sonra, Şeytana uymamalarını, bu dünyaya geçici olarak geldiklerini, kıyametten sonra tekrar dirileceklerini, asıl sonsuz hayatın ise ahirette olacağını öğretti.
Hz. Adem, bin yıl yaşadıktan sonra, vefat etti. Oğulları onu Kubeys dağına defnettiler. İki sene sonra ise Hawa annemiz vefat edince, onuda yanına gömdüler. Işte biz insanlar, Allahü teâlânın yarattığı ilk insan olan, Hz. Adem ve onun eşi Hawa'nın soyundan gelmekteyiz. Melekler, Hz. Adem'e "Ebu Muhammed" yani Muhammed'in babası derlerdi. Çünkü Sevgili Peygameberimiz Hz. Muhammed'in nuru onun alnında parlıyordu. Bu nur sonradan Hz.Hawa'ya ondanda Hz. Şit'e geçmişti.
Habil ile Kabil
Hz. Adem ile Hz. Hawa yeryüzünde ayrı ayrı yerlere indirilmişlerdi. Uzun zaman birbirlerinden ayrı yaşadılar. Allahü teäläya hep yalvarıp, çokça tövbe ettiler. Yüce Allah (c.c.) tövbelerini kabul edip onlar: Mekke civarında; "ARAFAT" denilen yerde buluşturdu. Hz. Adem ile Hz. Hawa'nın buluşmalarından sonra, insan nesli süratle çoğalmaya başladı. Hawa annemiz her doğumda: biri erkek, biri de kız olmak üzere, ikiz doğuruyordu.
İlk doğumdan olan erkek çocuğa Kabil adını vermişlerdi. Daha sonraki doğumdan olan erkek çocuğun ismi ise Habil idi. Sinirli ve kıskanç bir yapıda olan Kabil, tarla işlerine bahçeye ve ağaçların bakımına yardım ediyordu. Kardeşinin aksine yumuşak huylu ve sakin bir çocuk olan Habil ise, hayvanların bakımı işiyle uğraşıyordu. Kız kardeşler ise evde annelerine yardım ediyorlardı.
Nihayet gençlerin evlenecekleri zaman gelip çatmıştı. Kabil ile doğan kız Habil'e, Habil ile doğan kız Kabil'e verilecekti. Çünkü, Yüce Allah böyle buyurmuştu. (İnsan neslinin çoğalması için, önceleri kardeşler arasında evlenme yasak edilmemişti. Yine de birlikte doğan, kız ve erkek çocuklar birbiriyle evlenemiyor, bir önceki ya da bir sonraki çocuklar birbirleriyle evlenebiliyorlardı. Zamanla insanlann çoğalması belli bir seviyeye gelince (Hz. Nuh döneminde) bu duruma; yani kardeşlerin birbiriyle evlenmesine bir son verilip bu durum yasaklandı.
Habil'in alacağı kız, yani; Aklima, Kabil'in alacağı kızdan daha güzeldi. Öteden beri Habil'i kıskanan Kabil bu durumu kabul etmiyordu. Hz. Adem ile Hz. Hawa'nın tüm çabaları sonuç vermemişti. Çünkü Kabil bu düşüncesinde oldukça ısrarlıydı. Bu nedenle ailede huzur kalmamıştı. Günlerce düşünüp taşındıktan sonra bir çözüm yolu buldular. İki kardeş de yüce Allah'a birer kurban takdim edeceklerdi.
Allahü teälä kimin kurbanını kabul ederse, Aklima'yı o alacaktı. Habil kurban için koyunlarından en güzelini seçmişti. Yüce Allah'a ancak böyle iyi bir kurbanı takdim edebilirdi. Kabil ise uzun süre düşünüp taşındıktan sonra, kurban olarak bir tutam buğday taktim etmeyi uygun görmüştü. O zamanlarda, Yüce Allah kabul ettigi kurbana bir ateş gönderip onu yakardı. Kabul olunmayan kurban ise olduğu gibi kalırdı.
Kurban sahibinin ise yüzü kararırdı. Bu adet; Benî İsrail zamanına kadar devam etmiş, daha sonra Allahü teälä tarafından kaldırılmıtı. Her iki kardeş, kurbanlarını götürüp yüksek bir tepede yan yana koymuşlardı. Ertesi gün gidip baktıklarında, Habil'in kurbanının yanmış olduğunu gördüler. Bunun üzerine kıskançlık duyguları daha da kabaran, Kabil iyice köpürmüş, babası ile annesini suçlamaya başlamıştı.
Kurban sahibinin ise yüzü kararırdı. Bu adet; Benî İsrail zamanına kadar devam etmiş, daha sonra Allahü teälä tarafından kaldırılmıştı. Her iki kardeş, kurbanlarını götürüp yüksek bir tepede yan yana koymuşlardı. Ertesi gün gidip baktıklarında, Habil'in kurbanının yanmış olduğunu gördüler. Bunun üzerine kıskançlık duyguları daha da kabaran, Kabil iyice : köpürmüş, babası ile annesini suçlamaya başlamıştı. O gece hiç uyumamıştı. Gece boyunca hep Habil'i nasıl öldüreceğini tasarlayıp durmuştu. Habil koyunları otlatmak için uzaklara gittiğinde, gizlice peşinden gidip, onu münasip bir yerde kıstıracaktı. Ertesi gün geldiğinde, Habil yine her zamanki gibi, koyunları otlatmak için dağlara çıkmıştı. Şeytan ise Kabil ile beraberdi. Kabil'e kardeşini öldürmesi için habire uyarılar yapıyordu. Kabil bu sese uyarak, gizlice kardeşini takip etmeye başlamıştı.
Habil her zamanki yerde hayvanları serbest bırakıp bir ağacın gölgeliğinde istirahate çekilmişti. Arkasındaki hışırtı ile, irkilen Habil, geriye döndüğünde ağabeyi Kabil ile göz göze gelmişti. Kabil burnundan soluyor, gözlerinden kin ve nefret pırıltıları saçıyordu. Habil, Yüce Allah'ın yardımıyla onun niyetini anlamıştı. - Ey Kabil niyetini anlıyorum. Yapmak istediğin Yüce Allah'ın buyruğuna karşı gelmektir. Yemin ederim ki öldürmek için elini bana uzatsan dahi, ben seni öldürmek icin elimi uzatacak değilim.
Çünkü ben, kainatın Rabbı olan; Allah'tan korkarım. Habil, Kabil'den daha güçlü ve kuwetli olduğu halde, ağabeyine karşı gelmek istemiyordu. Çünkü o Allah'tan korkuyordu. Onun bu hali Kabil'i dahada öfkelendiriyor kıskançlık damarlarını daha da kabartıyordu. Habil'in umursamaz bir tavırla oradan uzaklaşmak istemesi sonucunda hiddete kapılan Kabil, yerden bir taş alıp, kardeşinin kafasına hızla vurdu. Canı yanan Habil yere düştükten sonra, yine Kabil'e el kaldırmamıştı.
Çünkü ben, kainatın Rabbı olan; Allah'tan korkarım. Habil, Kabil'den daha güçlü ve kuwetli oldugu halde, ağabeyine karşı gelmek istemiyordu. Çünkü o Allah'tan korkuyordu. Onun bu hali Kabil'i dahada öfkelendiriyo kıskançlık damarlarını daha da kabartıyordu. Habil'in umursamaz bir tavırla oradan uzaklaşmak istemesi sonucunda hiddete kapılan Kabil, yerden bir taş alıp, kardeşinin kafasına hızla vurdu. Canı yanan Habil yere düştükten sonra, yine Kabil'e el kaldırmamıştı.
Bunu fırsat bilen, Kabil, elindeki taş ile kardeşi Habil'in kafasına vurmaya devam etti. Şeytan galip gelmişti. Kabil'in aklını başından alıp çılgına döndürmüştü bir defa. Böylece toprağa düşen ilk kan, yeryüzündeki ilk cinayetin habercisi olmuştu. Habil'in Kabil'e acıyan gözlerle bakması bile Kabil'i durdurmaya yetmemişti. Aldığı darbeler sonucu, Habil ruhunu teslim etmişti...
Uzun süre kardeşinin cesedi başından ayrılmayan Kabil, sanki donup kalmıştı. Bir türlü hareket edemiyor, ne yapacagını bilemiyordu. Deminden beri kendisine yol gösteren, şeytandan, ses seda gelmiyordu artık. Ne yapacagını ne edeceğini, bilemeden uzun süre öylece kalakaldı. Gün gittikçe çekiliyor, gölgeler ise uzuyordu. Panik içindeki Kabil donuk gözlerle etrafı süzüyorken, birden bir karganın gagası ile toprağı eşelediğini farketti.
Karga bir müddet, toprağı kazdıktan sonra, yanıbaşındaki karga ölüsünü iterek, açtığı çukura atmış, sonrada toprakla üstünü örtmeye başlamıştı. Yerinden doğrulurken, "Yazıklar olsun, bir karga kadar bile olamadım" diye fısıldayıverdi. Hemen, sert bir ağaç parçası bularak, yumuşak toprağı kazmaya başladı. Bu sırada Hz. Adem ile Hz. Hawa, çocuklarının gelmediğini görünce onları aramaya koyulup Habil'in, hayvanları otlattığı yere doğru geliyorlardı.
Çocuklanna seslenerek olay yerine doğru ilerleyen, Hz. Adem, birden Kabil'in panik içinde kaçtıgını görünce, hızla oraya gitti. Yerde kan lekeleri ve örtülmüş toprağı görünce, Habil'in başına gelenleri anladı. Gözlerinden sicim gibi yaşlar akmaya başladı. Kabil'in ardından "Kardeşine ne yaptın" diye bağırıp duruyordu. Korkudan ne yaptığını bilemeyen Kabil kaçmaya devam ediyordu. Yeryüzünde şeytana uyan, ilk insan olan Kabil, babasının bedduasını duymuyordu bile.
- Ey Kabil hiç bir zaman rahat yüzü görme. Sen artık istenmeyen lanetli bir insansın. Üzüntü içinde evine dönen, Hz. Adem olup bitenleri güçlükle anlatmıştı ailesine. Herkes üzüntüsünden kahrolmuştu. Artık kendine yer olmadığını bilen Kabil kız kardeşini de alarak evi terketmişti. Kendisinden bir daha da haber alınamadı.