XVII. yüzyılda yaşamış saz şairlerindendir. Bu şairler, sazlarını asıp köy köy dolaşır, kahvelerde, meydanlarda, düğünlerde şiir söylerlerdi. Onun için bunlara halk şairi denirdi. Karacaoğlan da Güney illerinden çıkma bir halk şairidir.1606 yılında Adana'nın Fersak köyünde doğmuştur. Sailoğullarındandır. Bu aile o yörede hâlâ yaşar. Küçük yaşta saz çalıp şiir söylemeye başladı. Yeniçeri Ocağı'na girdi. Savaşlara katıldı. Dîvân ı vardır. Karacaoğlan derlerdi adına. Çünkü çok esmerdi. Adana'nın yanık yüzlü, bağrı yanık delikanlılarındandı. Bir de sevgilisi vardı ki, gece gibi kömür gözlü, kara saçlı, kara tenliydi. Karacaoğlan ona, Karakız derdi, o da ona Karacaoğlan derdi. Köy kızları, Fersaklılar, Kozanlılar, Bahçe ilçeliler, Karacaoğlan'la Karakız'ın sevdasını çekemezlerdi. Sadece onlar değil, Kozanoğulları da çekemezlerdi Karacaoğlan'ın bunca sevilmesini. Günün birinde, güçleri yettiği için onu öldürtmek istediler. Karacaoğlan baktı ki postu deldirecek, kalktı bir kış günü, sazını boynuna astı: İncecikten bir kar yağar Tozar Elif Elif diye Deli gönül hayran olmuş Gezer Elif Elif diye... sözlerini diline dolayıp yollara düştü. Çıkış o çıkış... Bir daha ne Karakız'ın yüzünü görebildi, ne Fersak'a dönebildi. Ama Elif'in aşkı yüreğini yakardı. Her gittiği yerde; her baktığı kızda Elif'i görürdü sanki. Karacaoğlan, dolaşa dolaşa Van'a kadar gitti. Oradan Irak'a geçti. Oradan Arabistan'ı dolaştı. Oradan İran'a girdi. Her gittiği yerde korundu, her gittiği yerde insanların gözdesi oldu. Koşma, türkü, mâni, varsağı, kayabaşı, üçleme, ağıt, güzelleme, koçaklama, destan gibi her türden şiir söylemişti. En çok on birli heceyle yazmıştı. Bu, onun bağlamasına daha uygun geliyordu. Sazı üzerinde çırpmayı bir kere gezindirdi miydi, arkası sökün ediveriyordu. Kolay ve rahat söyleyişi nedeniyle şiirleri hemen halkın hâfızasına yerleşiyor, bir daha da silinmiyordu. Bu sebeple içtenlikle söylenmiş olan bu deyişler, yüzyıllar boyu halk arasında Yunus ilâhileri gibi söylenir oldu. Başka şairler ondan esinlendiler, hattâ onun diline yatkın şiirler söylemek için yanıp tutuştular. Çoğu zaman beceremeyince de onun adının yerine kendi adlarını koyuverdiler. Böylece, Karacaoğlan'ın olup da başkasının adına söylenen çok şiir vardır.
Karacaoğlan deyişlerini daima sade, tertemiz bir Türkçe ile dile getirdi. Aruz veznine kulak asmadı. Coştu, söyledi. Çaldı, dinletti. Gerek sazının çırpması, gerek sözünün inceliğiyle, adı Anadolu'nun dört bucağında efsaneleşti. Elif kaşlarını çatar Gamzesi sinemi yakar Ak elleri kalem tutar Yazar Elif Elif diye
Yüzyıllar sonra cönkleri ele geçen Karacaoğlan'ın asıl kişiliği üzerine, ciltler dolusu kitaplar yazıldı. Karacaoğlan günümüzde de bütün canlılığı ile dile getirilir ve halkın en sevdiği ozanlar arasında gönüllerde yaşar. Türk saz şairleri içinde tamamıyla halk zevkine bağlı kalarak, şiirlerinde bu zevkin bütün inceliklerini, saf ve yerli söyleyişlerini dile getiren şair, Karacaoğlan'dır. Karacaoğlan, elde edilen son bilgilere göre, XVI. asrın ikinci yarısında ve XVII. asır başlarında yaşamış bir saz şairidir. Şiirlerinde Divan kültürü bulunan, XVII. asır saz şairi Âşık Ömer'in Karacaoğlan'dan bahsederken, onu, «saçma sapan söz söyleyen kimse» anlamında kullandığı ozan kelimesiyle yâd ettiği bilinir. Âşık Ömer, ozan kelimesini, yüksek zümre dilindeki mana ile kullanmış ve kendinden önce yaşayarak, yalnız halk tarzında söyleyen Karacaoğlan'ı küçük görmüştür. Buna mukabil, Karacaoğlan, (belki de kendisine divan kültürü'nü tanıtacak bir çevrede yetişmediği için) daha çok, halk nazım geleneğinin ve tarihi halk söyleyişinin bir temsilcisi olmuştur. Gezici saz şairi hayatına uyarak diyar diyar dolaşan şair, her ayrıldığı yerden yeni bir yurt güzelinin özlemini yüklenerek ayrılmış; her vardığı yerde, yeni bir yurt güzeline gönül vermekte gecikmemiştir. Al veya mavi kadife şalvarlar giyen, saçları dizlerine kadar uzanmış, ibrişim kuşaklar sarınan; ellerinde, başlarında gül ve papatya dizileri taşıyan bu yurt güzellerini Karacaoğlan öve öve bitiremez. Ağızlarının oğul balı gibi tatlı olduğunu, seslerinin kumru sesi gibi nazlı olduğunu, bu yerli ve milli güzelliğin farkında olarak söyler. Şair:
Ela gözlerini sevdiğim dilber Kokuya benzettim güller içinde İnceciktir belin, hilaldir kaşın Selviye benzettim dallar içinde gibi söyleyişleriyle, ne kadar yerli ise, İndim seyran ettim Frengistanı İlleri var bizim ile benzemez Levin tutmuş goncaları açılmış Gülleri var bizim güle benzemez... gibi söyleyişleriyle de o kadar millidir. Aynı şiirde. Karacaoğlan'ın, bu yabancı illerde konuşulan dili yadırgayarak çok sevdiği Türkçe'ye benzemeyen bu dillerden hoşlanmadığını;
Güzelleri şarkı söyler çığrışır fakat Dilleri var bizim dile benzemez... diye, Türkçe konuşulmayan yerleri sevmediğini ve bu duygusunu:
Vatan tutup bu yerlerde kalınmaz İlleri var bizim ile benzemez ..diye ifade eder.
Karacaoğlan da, bütün öteki halk ozanları gibi bir yerde durup oturan kişilerden değil. Bütün yaşamı boyunca değişik yerleri dolaşmış. Saptanabildiğine göre, gezip dolaştığı yerler şöyle sıralanabilir: Konya, Karaman, İçel, Hama, Halep, Mısır, Tokat, Bor, Ankara, Aydın, Adana, Diyarbakır. Kayseri, Mardin, Bursa. Daha sonra Rumeli'ye geçmiş. Bütün bu gezip dolaştığı yerler bir yana Karacaoğlan Çukurova'da yaşamış, yaşamının büyük çoğunluğunu güney illerinde geçirmiştir. Karacaoğlan bir inanca adamı değil. Savaştı, barıştı, toplumsal düzendi, tarikattı, dindi.. bunlarla hemen hemen tümüyle ilgisi yok. Karacaoğlan önce bir doğa, bir sevi adamı. Sevi, dediğimiz de öyle düşsel seviler, Tanrısal seviler değil. Düpedüz somut seviler. Doğa sevgisi ile diyelim kadın sevgisi Karacaoğlan'da atbaşı birlikte yürüyor. Dağlar, ovalar, ağaçlar, kuşlar, yeller, yaşam sevinci, mutluluklar, seviler, seviler, seviler... Kimi zaman bu sevilerini alaycı bir biçimde de dile getiriyor. Halkın belleğine, yüreğine bir güzellikler, iyilikler, sevecenlikler, uyumlar adamı olarak giriyor, böylece seviliyor, özümleniyor. Karacaoğlan'ın kendine çizdiği bu dünya, O'nun toplumsal oluşumların, gelişimlerin etkisinden de kurtulmasını sağlıyor bir bakıma. Diline baktığınızda, çağdaşları ozanlar gibi Osmanlıcanın etkileri yok. Hiç aruz ölçüsünü kullanmamış. Yöresinin, halkın konuştuğu, açık seçik, yalın, duru bir dili, şiirsel ustalıkla kullanmış. Yalnız hece ölçüsüyle şiirlerini söylemiş. Dilindeki bu yalınlık, şiirsel güç, O'nun halk katında sayılmasını, sevilmesini, benimsenmesini de sağlamış. Karacaoğlan'ın, bugün de yepyeni, yalın, arı bir dili, etkinliğini yitirmemiş bir şiiri var. Halk şiirimizin, tartışmasız en önemli, büyük ustalarından biri. Karacaoğlan 1674 yılında öldü.
---
SEVDİĞİM ARZIMI DEMEKÇİN SANA
Sevdiğim arzımı demekçin sana Bülbül söylediği dil gerek bana Şu bağrım kül oldu hep yana yana Onu söndürmeğe sel gerek bana
Yandım yakıldım ben bir ateşlere Vardım da takıldım ben bir neştere Delindi ciğerim kapandım yere Beni kaldıracak el gerek bana
Haldan anlar isen haldaş olalım Gurbet gezdi isen yoldaş olalım Anasız babasız kardaş olalım Ucu yar zülfünde yol gerek bana
Karac'oğlan der ki Bayburt elleri Esip esip bize gelir yelleri Burmalanmış yar yüzünün telleri Ona bağlayacak gül gerek bana
---
SARI EDİK GEYMİŞ GONCU KISARAK
Sarı edik geymiş goncu kısarak Gidiyor da birim birim basarak Anası huri de kızı beserek Emirler'den bir kız indi pınara
Sarı edik geymiş goncu dizinde Arzumanım kaldı ala gözünde Böyle güzel m'olur köylü kızında Emirler'den bir kız indi pınara
Meles gömlek geymiş vücudu nazik Kollarını sıkmış altun bilezik Aşnası kötüdür ceylana yazık Emirler'den bir kız indi pınara
Karac'oğlan der ki n'olup n'olmalı Keten gömlek geymiş kolu sırmalı Anasın öldürüp kızın almalı Emirler'den bir kız indi pınara
---
İNCECİKTEN BİR KAR YAĞAR
İncecikten bir kar yağar Tozar Elif Elif diye Deli gönül abdal olmuş Gezer Elif Elif diye
Elif'in uğru nakışlı Yavru balaban bakışlı Yayla çiçeği kokuşlu Kokar Elif Elif diye
Elif kaşlarını çatar Gamzesi sineme batar Ak elleri kalem tutar Yazar Elif Elif diye
Evlerinin önü çardak Elif'in elinde bardak Sanki yeşil başlı ördek Yüzer Elif Elif diye